26 Haziran 2014 Perşembe

Vahit Aslan: “Bir daha söylüyorum asıl sanat örneği görünenleri değil, hakkıyle sözün gücü ile tespit edendir”


Altaylardan Balkanlara,
Tufanları yara-yara,
Zaferden zafere varan
Soyum Türk`tür,  şanlı  Türk`üm!


Azerbaycan Yazarlar ve Gazeteciler Birlikleri'nin üyesi, "Öğretmen sözü" gazetesinin baş editörü, yazar - gazeteci Vahit Aslanla söyleşi:



- Şiirinizde bir şairin farklı, ancak Bütünlüğe doğru yol giden adımlarının ayak izleri duyulmaktadır. İç dünyanız ve hayatınız açısından hangi süreçler sizi bu günlere getirdi?
- İlk şiirimi yazdığım anları şimdi de tüm detaylarıyla anımsıyorum. 10 yaşlarındaydım. Bir yaz sabahı köy evimizde uykudan uyandığım zaman açık pencereden odama dolan bir mahzun nağmenin büyüsüne kapıldım. Yanık ses kalbimin derinliklerine işledi. Bu ses rahmetli Sahavet Memmedov`un sesiydi. "Sesin gelsin barı, bülbül" - diye yanık yanık okuyordu. Aynı gün ilk şiirimi - "İnsan" adlı şiirimi yazdım. Bu andan itibaren sözün büyüklüğünü anladım. Diğer yandan da doğduğum Gedebey bölgesinin güzel tabiatı, helallikten yoğrulmuş adamları, doğal kaynakları, saf suları, dağların temiz havası, kayaların eğilmezliği kendi bünyesinde asıl şiir dünyasını barındırmaktadır. Ben de bu dünyanın kucağında büyüyen birisi olarak daha sonra bu dünyanın bir parçasına dönüşmek istedim. Şimdi de gece gündüz dualar ediyorum ki, Tanrım beni herkesin yaşayamadığı "sadece benim olan dünyamdan" ayırmasın. Bu benim hem de dünyanın kendisine sığmayan iç dünyamdır. Benim için herkes gibi yaşadığım dünya çok küçük ve sıkıcıdır. Benim olan dünya sadece sözlerle yüzleştiğim, karşılaştığım dünyadır. Biz bir birmizi anlaya, avuta ve yaşatabiliyoruz. Söz ve ben.
-Hep soruyorlar şairlerden ya "şiir nedir?" - diye. Peki, Vahit Aslan için şiir nedir?
-Herhangi nesnenin (eşyanın ) görünmeyen yüzünün kelimeler aracılığıyla açıklanması, hem de ilahi açıklamasıdır şiir. Şiir - insanlık ve Tanrı sevgisiyle süslenmiş kalbin ilahi sözle kavuştuğu bir kattır. Şiir - gönlünü söze verenlerin, sözden incinmeyenlerin,  söze kötü müamele etmeyenlerin, söz sevdasına tutulanların ölümsüzlüğüdür. Şiir çeşme sesi gibi sakin, duygusal fısıltıdır, .. şiir söz yığını, boğazdan yukarı bağırma olamaz ve değildir de...
-Bir şair olarak herhangi bir kuşağa ya da akıma dahil ediyor musunuz kendinizi? Veya kendinizi yakın hissettiğiniz bir şiir damarı var mı ?
-Biliyorsunuz, bu konuda konuşmak daha çok eleştirmenlerin işidir. Yazar kendisini hem de eleştirmen gözüyle tanımak zorunda. Maalesef, bugün AYB - de at oynatan eleştirmenler nesnellikten ve vicdan hissinden çok çok uzaklar. Bu durumda bu soruyu bir yazar olarak kendim cevaplamak zorundayım. Ben kendimi genel olarak 90'lı yıllarda özgürlük hareketine katılanların sırasında görüyorum. Hem fiziksel, hem de manevi olarak. Şimdi de 20-25 yıl öncesine boylanan ruhumun daha çok o yıllara bağlı olduğunu anlıyorum. Türkçülüğün düşüncemize ve arzularımıza sahiplendiği yıllara. Su çorak toprağa işlediği gibi, Türkçülükle ruhum baştanbaşa doluydu ve ben bugün de o anların mutluluğunu yaşamaktayım. Şiirlerimin de neredeyse hemen hemen hepsinin temeli türkçülüğe ve ulusal özgürlük hareketine dayanmaktaydı. Gerçi, o zamanlar ben 20-21 yaşlarında genç bir öğrenciydim. Yaşanan süreçlere kayıtsız değildim ve geceleri rüyalarımda da bağımsızlığa yürüyen üç renkli bayrağımızla yürüyürdüm. 1992 yılında Trabzonlu arkadaşımla ilk kez Türkiye'ye ayak basarken, damarlarımda kanım coşmuş, mutluluktan çıldıracak gibi olmuştum. Yani onu anlatmak istiyorum ki, bana gore en başarılı şiirlerimi ulusal özgürlük hareketinin kapsamında olduğum dönemlerde yazdım . Bu yüzden de doksanlı yıllara aitim dersem bunu yazdıklarıma ve emellerime rağmen hak etmiş olurum. Kendime yakın hissettiğim şiir damarını sorarsanız karakter olarak daha fazla duygusalım ve bu damar şu an da bile belli oluyor şiirlerimde.
-Edebiyata gelişin çok hareketli yıllarına rastladı Azerbaycan'ın. Sovyetler Birliği dağılmıştı ve Azerbaycan Karabağ sorunuyla başbaşaydı. Bize o dönemlerden bahsedebilir misin?
-Yukarıda da belirttiğim gibi, o dönemlerde yaşanan olayların içindeydim. Dolayısıyla yaşanan olaylar hem de benim iç dünyama yansımıştı. Bağımsızlık kazandığımız için mutluluk duyuyor, Karabağ'daki kaybettiklerimize üzülüyordum. Çelişkilerle dolu olan bir dönemdi ve milli kaygılarla olan kimse olup bitenlere kayıtsız kalamazdı. Özgürlüğü çağrıştıran şiirler yazıyor, dostlarımın arasında dağıtıyor, bir tür propagandayla meşgul oluyordum. Bunun acısını yaşadığım anlar da oluyordu. Halen imparatorluğun ( SSCB ) kölesi olmak isteyenler beni üniversiteden kovmakla korkutuyorlardı. Fakat bunlara aldırmadan bağımsız devlet kurmak yollarında pay sahibi olmak için çalışıyordum. Öbür yandan da Karabağ derdi. Nihayet 1992 yılının yazında gönüllü olarak öğrenci savaşçı olarak cephe bölgesine gittim. Fakat silahla davranamadığımdan, hem de dersler başladığından beni geri gönderdiler. Şimdi de pişmanlığını yaşıyorum neden itiraz etmedim beni geri göndermelerine. O dönemde Azerbaycan hem bağımsızlığını kazanmak, hem de Karabağ'ı serbest bırakmak gibi iki ağır cephede savaşıyordu. Bugün hala çoğu kimse bunları anlamak istemiyor. Bir kez daha söylemek istiyorum oldukça ağır dönemlerdi. Eğer biz bugün bağımsız olabildikse ve Karabağ'ın bir kısmını hala elimizdeyse, o ağır dönemlerde mücadele veren insanlara borçlu olmalıyız. 1989 - 1993 yılları yitirdiklerimizin ve kazandıklarımızın fonunda Azerbaycan tarihinin onurlu yıllarıdır diye düşünüyorum.
-Bir de bir şehit şair Nizami Aydın var sevdiğiniz şairler arasında... Vahit Aslan için Nizami Aydın kimdir ?
-Nizami Aydın 1961 yılında Gence şehrinde doğdu . Gence'de Pedagoji Enstitüsü'nün matematik bölümünü tamamladı. Ben onunla ilk kez 1989 yılında Gence'de Garip Mehdi'nin yönettiği "İlham" edebi topluluğunda tanıştım. O zamanlar ben de Pedagoji Enstitüsü'nün matematik Bölümü'nde eğitim alıyordum. Edebi topluluğa geldiğimde artık orada oturuşmuş, kalemiyle toplumda kendisine yer edinmiş şairler vardı ki, bunlardan birisi de Nizamiydi. O, kendisine AYDIN mahlasını seçmişti ki, bu da onun yaratıcılığı ile kimliğini tam ifade ediyordu. 1990 siyah Ocak günlerinde Nizami çoklarımız gibi oturup sadece ağlamadı , "Gorbaçov'a şiir" diye bir şiir yazdı ve bu şiiri milyonlarla Azerbaycanlının hak sesi olarak telegraf halinde Moskova'ya Kremlin'e gönderdi. O, hiçbir zaman çoğu kimseler gibi yalandan "Ay vatan" diye ağlayıp sızlamazdı. O, vatan sevgisini, vatan hiddetini usul usul kalbinde taşırdı. Böylece de 1992 yılının Mayıs ayında duyduk ki, Nizami artık savaş bölgesindedir. Hatta onun çalıştığı 18 sayılı okulda dersleri boş geçince anlamışlar ki, Nizami artık gönüllü olarak savaşa katılmış. 1992 yılının 15 Haziran tarihinde kanlı savaşların birinde Nizami "Terlan" ismini verdiği tankında yanıp kül olmak pahasına bile 40 – a yakın Azerbaycan askerinin hayatını kurtardı. Ben "Nizami Aydın" eserini yazarken bir takım arşiv malzemelerini inceledim ve aynı zamanda Nizami'nin savaş arkadaşları ile görüştüm. Aldığım bilgiler sonunda bir kahraman, şehit şair hakkında belgesel bir uzun şiirin (ssenaryo uzun şiir) yazılmış oldu.
-" En zor şey yazmaya başladığında samimi olmaktır " - diyor Andre Gide. Şiirlerinizi okuyunca kendini gizlemeyen, kendisini içtenlikle ifade eden bir şair görüyorum. İçtenlik hakkında ne söylemek istersiniz ? Sizce sanatta ve hayatta ağzına geleni söylemekle içtenlik arasında nasıl bir alakasızlık var ?
-Gide muhtemelen, bu görüşleri söyleyince kendi durumunu dikkate almış. Genellikle herhangi insan için samimi olmak karakter meselesidir. Yazar içinse yazdıklarında samimi olmak iç dünyasında özgürlük meselesidir. Bu hem de kitlenin diliyle ifade edecek olursak vicdan meselesidir. Bu hem de edebi dilde ifade edecek olursak İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ meselesidir. Çünkü İLAHİ SÖZ cesaret ve samimiyetle doğru orantılıdır. Ağzına geleni söylemek, sözleri incitmek demektir. Sözü inciten birisiniyse tanrı sevmez ve şairlikle ödüllendirmez!
-Her sanatsal varlığın sübjektif ve görünen bir tarafı var. Sanatçının bu saydığınız toplumsal duruş ve sosyal sorumluluk içinde olması onun subjektifliğini ve özgürlüğünü sınırlandır mıyor ki?
-Bir daha söylüyorum asıl sanat örneği görünenleri değil, hakkıyle sözün gücü ile tespit edendir . Olağan halde göre bilmediklerini kelimelerin arasında görebilen okur iyi anlamda hayretler içinde kalıyor ve söze aşık oluyor adeta.. Hem de bir yakınıymış gibi söze ilgi duyuyor, onun büyüklüğüne tapıyor. Özleyen, dara düştüğünde en sevimli kitabını arıyor ve sözlerle derdini paylaşıyor. İşte benim için de sosyal sorumluluk hem de sanat sorumluluğu olarak sözün gücü ile sadık oxurumun benden istediklerini ona sunmaktır. Yazdıklarım kimsenin sırrına, yol arkadaşına dönüşebilir mi? Bu soru hep beni düşündürmüştür. Yazar özgürlüğümün belli bir bölümünü elimden alsa bile... Fakat ben bütün kitle ilgisinin yazar özgürlüğünün üstüne çıkmasına karşıyım. Zira,  kitlenin gereksinimlerine hesaplanan eserler sabun köpüğü gibidir ve asla kalcı değillerdir. Maalesef, bugün en çok satan kitaplar da işte kitle için yazılmış kitaplardır. Bu hem de toplumun kendisinin uğradığı bir beladır.
-Büyük şehirde yaşamanıza rağmen, şiirlerinizde yüksek bir doğa sevgisi var. Nereden kaynaklanıyor bu doğa sevgisi?
-İnsanlara, tanrıya, dünyanın kendisine olan sevgiden.
-Türk şiirini izlemek imkanınız var mı? Vahit Aslan'ın Türk şairlerinden seve - seve okuduğu kimler var ?
-İsimleri sıralarsam, büyük bir liste alınır. Çünkü ben aslında ister klasik, ister modern Türk edebiyatının vurgunuyum. Belki de dünya edebiyatı benden dolayı öyle Türk ( Turan ) edebiyatının kendisidir desem yanılmam. Gerçi " Nobel " ödülü almış Orhan Pamuk`u okumağa pek te hevesli değilim. Örneğin Mehmet Akif tüm dönemler için benim ruhumun şairidir.
-Türkiyeli okurlara sözünüz, savınız?..
-... Göğün  özünden  gelmiştir,
Hakk`ın izinden  gelmiştir,
“Tanrı”  sözünden  gelmiştir
Soyum Türk`tür,  şanlı Türk`üm!

İnsanlığın ezelidir,
Batı,  doğu  öz ilidir,
Varlıkların güzelidir,
Soyum Türk`tür,  şanlı  Türk`üm!

Ak Hun, Göktürk, Avar, Hazar,
Karahanlılar, Gazneviler...
“Altay”,” Sibir”,” Altun asker”,..
Soyum Türk`tür,  şanlı  Türk`üm!

“Şecere -i terakime”,
-mekanımdır – “Oğuzname”...
Devran bilir beni kimim,
Soyum Türk`tür,  şanlı  Türk`üm!

Safeviler –Kızılbaşlar,
Bir kızıl tarih yazmışlar,
Alnım açık, nam aşikar
Soyum Türk`tür,  şanlı  Türk`üm!

Altaylardan Balkanlara,
Tufanları yara-yara,
Zaferden zafere varan
Soyum Türk`tür,  şanlı  Türk`üm!

Han olmuştur, han olacak,
“Can”  - diyene can olacak,
Birgünse Turan olacak,
Soyum Türk`tür,  şanlı  Türk`üm!


Söyleşi: Oktay Hacımusalı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder