Altaylardan Balkanlara,
Tufanları yara-yara,
Zaferden zafere varan
Soyum Türk`tür, şanlı Türk`üm!
Azerbaycan Yazarlar ve Gazeteciler Birlikleri'nin üyesi, "Öğretmen
sözü" gazetesinin baş editörü, yazar - gazeteci Vahit Aslanla söyleşi:
- Şiirinizde bir şairin farklı, ancak Bütünlüğe doğru yol giden
adımlarının ayak izleri duyulmaktadır. İç dünyanız ve hayatınız açısından hangi
süreçler sizi bu günlere getirdi?
- İlk şiirimi yazdığım
anları şimdi de tüm detaylarıyla anımsıyorum. 10 yaşlarındaydım. Bir yaz sabahı
köy evimizde uykudan uyandığım zaman açık pencereden odama dolan bir mahzun
nağmenin büyüsüne kapıldım. Yanık ses kalbimin derinliklerine işledi. Bu ses
rahmetli Sahavet Memmedov`un sesiydi. "Sesin gelsin barı, bülbül" -
diye yanık yanık okuyordu. Aynı gün ilk şiirimi - "İnsan" adlı
şiirimi yazdım. Bu andan itibaren sözün büyüklüğünü anladım. Diğer yandan da
doğduğum Gedebey bölgesinin güzel tabiatı, helallikten yoğrulmuş adamları,
doğal kaynakları, saf suları, dağların temiz havası, kayaların eğilmezliği
kendi bünyesinde asıl şiir dünyasını barındırmaktadır. Ben de bu dünyanın
kucağında büyüyen birisi olarak daha sonra bu dünyanın bir parçasına dönüşmek
istedim. Şimdi de gece gündüz dualar ediyorum ki, Tanrım beni herkesin
yaşayamadığı "sadece benim olan dünyamdan" ayırmasın. Bu benim hem de
dünyanın kendisine sığmayan iç dünyamdır. Benim için herkes gibi yaşadığım
dünya çok küçük ve sıkıcıdır. Benim olan dünya sadece sözlerle yüzleştiğim,
karşılaştığım dünyadır. Biz bir birmizi anlaya, avuta ve yaşatabiliyoruz. Söz
ve ben.
-Hep soruyorlar şairlerden ya "şiir nedir?" - diye. Peki,
Vahit Aslan için şiir nedir?
-Herhangi nesnenin (eşyanın
) görünmeyen yüzünün kelimeler aracılığıyla açıklanması, hem de ilahi
açıklamasıdır şiir. Şiir - insanlık ve Tanrı sevgisiyle süslenmiş kalbin ilahi
sözle kavuştuğu bir kattır. Şiir - gönlünü söze verenlerin, sözden
incinmeyenlerin, söze kötü müamele
etmeyenlerin, söz sevdasına tutulanların ölümsüzlüğüdür. Şiir çeşme sesi gibi
sakin, duygusal fısıltıdır, .. şiir söz yığını, boğazdan yukarı bağırma olamaz
ve değildir de...
-Bir şair olarak herhangi bir kuşağa ya da akıma dahil ediyor musunuz
kendinizi? Veya kendinizi yakın hissettiğiniz bir şiir damarı var mı ?
-Biliyorsunuz, bu konuda
konuşmak daha çok eleştirmenlerin işidir. Yazar kendisini hem de eleştirmen
gözüyle tanımak zorunda. Maalesef, bugün AYB - de at oynatan eleştirmenler
nesnellikten ve vicdan hissinden çok çok uzaklar. Bu durumda bu soruyu bir
yazar olarak kendim cevaplamak zorundayım. Ben kendimi genel olarak 90'lı
yıllarda özgürlük hareketine katılanların sırasında görüyorum. Hem fiziksel,
hem de manevi olarak. Şimdi de 20-25 yıl öncesine boylanan ruhumun daha çok o
yıllara bağlı olduğunu anlıyorum. Türkçülüğün düşüncemize ve arzularımıza
sahiplendiği yıllara. Su çorak toprağa işlediği gibi, Türkçülükle ruhum
baştanbaşa doluydu ve ben bugün de o anların mutluluğunu yaşamaktayım.
Şiirlerimin de neredeyse hemen hemen hepsinin temeli türkçülüğe ve ulusal
özgürlük hareketine dayanmaktaydı. Gerçi, o zamanlar ben 20-21 yaşlarında genç
bir öğrenciydim. Yaşanan süreçlere kayıtsız değildim ve geceleri rüyalarımda da
bağımsızlığa yürüyen üç renkli bayrağımızla yürüyürdüm. 1992 yılında Trabzonlu arkadaşımla
ilk kez Türkiye'ye ayak basarken, damarlarımda kanım coşmuş, mutluluktan
çıldıracak gibi olmuştum. Yani onu anlatmak istiyorum ki, bana gore en başarılı
şiirlerimi ulusal özgürlük hareketinin kapsamında olduğum dönemlerde yazdım .
Bu yüzden de doksanlı yıllara aitim dersem bunu yazdıklarıma ve emellerime
rağmen hak etmiş olurum. Kendime yakın hissettiğim şiir damarını sorarsanız
karakter olarak daha fazla duygusalım ve bu damar şu an da bile belli oluyor
şiirlerimde.
-Edebiyata gelişin çok hareketli yıllarına rastladı Azerbaycan'ın.
Sovyetler Birliği dağılmıştı ve Azerbaycan Karabağ sorunuyla başbaşaydı. Bize o
dönemlerden bahsedebilir misin?
-Yukarıda da belirttiğim
gibi, o dönemlerde yaşanan olayların içindeydim. Dolayısıyla yaşanan olaylar
hem de benim iç dünyama yansımıştı. Bağımsızlık kazandığımız için mutluluk
duyuyor, Karabağ'daki kaybettiklerimize üzülüyordum. Çelişkilerle dolu olan bir
dönemdi ve milli kaygılarla olan kimse olup bitenlere kayıtsız kalamazdı.
Özgürlüğü çağrıştıran şiirler yazıyor, dostlarımın arasında dağıtıyor, bir tür
propagandayla meşgul oluyordum. Bunun acısını yaşadığım anlar da oluyordu.
Halen imparatorluğun ( SSCB ) kölesi olmak isteyenler beni üniversiteden
kovmakla korkutuyorlardı. Fakat bunlara aldırmadan bağımsız devlet kurmak
yollarında pay sahibi olmak için çalışıyordum. Öbür yandan da Karabağ derdi.
Nihayet 1992 yılının yazında gönüllü olarak öğrenci savaşçı olarak cephe
bölgesine gittim. Fakat silahla davranamadığımdan, hem de dersler başladığından
beni geri gönderdiler. Şimdi de pişmanlığını yaşıyorum neden itiraz etmedim
beni geri göndermelerine. O dönemde Azerbaycan hem bağımsızlığını kazanmak, hem
de Karabağ'ı serbest bırakmak gibi iki ağır cephede savaşıyordu. Bugün hala
çoğu kimse bunları anlamak istemiyor. Bir kez daha söylemek istiyorum oldukça
ağır dönemlerdi. Eğer biz bugün bağımsız olabildikse ve Karabağ'ın bir kısmını
hala elimizdeyse, o ağır dönemlerde mücadele veren insanlara borçlu olmalıyız.
1989 - 1993 yılları yitirdiklerimizin ve kazandıklarımızın fonunda Azerbaycan
tarihinin onurlu yıllarıdır diye düşünüyorum.
-Bir de bir şehit şair Nizami Aydın var sevdiğiniz şairler arasında...
Vahit Aslan için Nizami Aydın kimdir ?
-Nizami Aydın 1961 yılında
Gence şehrinde doğdu . Gence'de Pedagoji Enstitüsü'nün matematik bölümünü
tamamladı. Ben onunla ilk kez 1989 yılında Gence'de Garip Mehdi'nin yönettiği
"İlham" edebi topluluğunda tanıştım. O zamanlar ben de Pedagoji
Enstitüsü'nün matematik Bölümü'nde eğitim alıyordum. Edebi topluluğa geldiğimde
artık orada oturuşmuş, kalemiyle toplumda kendisine yer edinmiş şairler vardı
ki, bunlardan birisi de Nizamiydi. O, kendisine AYDIN mahlasını seçmişti ki, bu
da onun yaratıcılığı ile kimliğini tam ifade ediyordu. 1990 siyah Ocak
günlerinde Nizami çoklarımız gibi oturup sadece ağlamadı , "Gorbaçov'a
şiir" diye bir şiir yazdı ve bu şiiri milyonlarla Azerbaycanlının hak sesi
olarak telegraf halinde Moskova'ya Kremlin'e gönderdi. O, hiçbir zaman çoğu
kimseler gibi yalandan "Ay vatan" diye ağlayıp sızlamazdı. O, vatan
sevgisini, vatan hiddetini usul usul kalbinde taşırdı. Böylece de 1992 yılının
Mayıs ayında duyduk ki, Nizami artık savaş bölgesindedir. Hatta onun çalıştığı
18 sayılı okulda dersleri boş geçince anlamışlar ki, Nizami artık gönüllü
olarak savaşa katılmış. 1992 yılının 15 Haziran tarihinde kanlı savaşların
birinde Nizami "Terlan" ismini verdiği tankında yanıp kül olmak
pahasına bile 40 – a yakın Azerbaycan askerinin hayatını kurtardı. Ben
"Nizami Aydın" eserini yazarken bir takım arşiv malzemelerini
inceledim ve aynı zamanda Nizami'nin savaş arkadaşları ile görüştüm. Aldığım
bilgiler sonunda bir kahraman, şehit şair hakkında belgesel bir uzun şiirin
(ssenaryo uzun şiir) yazılmış oldu.
-" En zor şey yazmaya başladığında samimi olmaktır " - diyor
Andre Gide. Şiirlerinizi okuyunca kendini gizlemeyen, kendisini içtenlikle
ifade eden bir şair görüyorum. İçtenlik hakkında ne söylemek istersiniz ? Sizce
sanatta ve hayatta ağzına geleni söylemekle içtenlik arasında nasıl bir
alakasızlık var ?
-Gide muhtemelen, bu
görüşleri söyleyince kendi durumunu dikkate almış. Genellikle herhangi insan
için samimi olmak karakter meselesidir. Yazar içinse yazdıklarında samimi olmak
iç dünyasında özgürlük meselesidir. Bu hem de kitlenin diliyle ifade edecek
olursak vicdan meselesidir. Bu hem de edebi dilde ifade edecek olursak İFADE
ÖZGÜRLÜĞÜ meselesidir. Çünkü İLAHİ SÖZ cesaret ve samimiyetle doğru
orantılıdır. Ağzına geleni söylemek, sözleri incitmek demektir. Sözü inciten
birisiniyse tanrı sevmez ve şairlikle ödüllendirmez!
-Her sanatsal varlığın sübjektif ve görünen bir tarafı var. Sanatçının
bu saydığınız toplumsal duruş ve sosyal sorumluluk içinde olması onun
subjektifliğini ve özgürlüğünü sınırlandır mıyor ki?
-Bir daha söylüyorum asıl
sanat örneği görünenleri değil, hakkıyle sözün gücü ile tespit edendir . Olağan
halde göre bilmediklerini kelimelerin arasında görebilen okur iyi anlamda
hayretler içinde kalıyor ve söze aşık oluyor adeta.. Hem de bir yakınıymış gibi
söze ilgi duyuyor, onun büyüklüğüne tapıyor. Özleyen, dara düştüğünde en
sevimli kitabını arıyor ve sözlerle derdini paylaşıyor. İşte benim için de
sosyal sorumluluk hem de sanat sorumluluğu olarak sözün gücü ile sadık oxurumun
benden istediklerini ona sunmaktır. Yazdıklarım kimsenin sırrına, yol
arkadaşına dönüşebilir mi? Bu soru hep beni düşündürmüştür. Yazar özgürlüğümün
belli bir bölümünü elimden alsa bile... Fakat ben bütün kitle ilgisinin yazar
özgürlüğünün üstüne çıkmasına karşıyım. Zira,
kitlenin gereksinimlerine hesaplanan eserler sabun köpüğü gibidir ve
asla kalcı değillerdir. Maalesef, bugün en çok satan kitaplar da işte kitle
için yazılmış kitaplardır. Bu hem de toplumun kendisinin uğradığı bir beladır.
-Büyük şehirde yaşamanıza rağmen, şiirlerinizde yüksek bir doğa sevgisi
var. Nereden kaynaklanıyor bu doğa sevgisi?
-İnsanlara, tanrıya,
dünyanın kendisine olan sevgiden.
-Türk şiirini izlemek imkanınız var mı? Vahit Aslan'ın Türk şairlerinden
seve - seve okuduğu kimler var ?
-İsimleri sıralarsam, büyük
bir liste alınır. Çünkü ben aslında ister klasik, ister modern Türk
edebiyatının vurgunuyum. Belki de dünya edebiyatı benden dolayı öyle Türk (
Turan ) edebiyatının kendisidir desem yanılmam. Gerçi " Nobel " ödülü
almış Orhan Pamuk`u okumağa pek te hevesli değilim. Örneğin Mehmet Akif tüm
dönemler için benim ruhumun şairidir.
-Türkiyeli okurlara sözünüz, savınız?..
-... Göğün özünden
gelmiştir,
Hakk`ın izinden gelmiştir,
“Tanrı” sözünden
gelmiştir
Soyum Türk`tür, şanlı Türk`üm!
İnsanlığın ezelidir,
Batı, doğu
öz ilidir,
Varlıkların güzelidir,
Soyum Türk`tür, şanlı
Türk`üm!
Ak Hun, Göktürk, Avar,
Hazar,
Karahanlılar, Gazneviler...
“Altay”,” Sibir”,” Altun
asker”,..
Soyum Türk`tür, şanlı
Türk`üm!
“Şecere -i terakime”,
-mekanımdır – “Oğuzname”...
Devran bilir beni kimim,
Soyum Türk`tür, şanlı
Türk`üm!
Safeviler –Kızılbaşlar,
Bir kızıl tarih yazmışlar,
Alnım açık, nam aşikar
Soyum Türk`tür, şanlı
Türk`üm!
Altaylardan Balkanlara,
Tufanları yara-yara,
Zaferden zafere varan
Soyum Türk`tür, şanlı
Türk`üm!
Han olmuştur, han olacak,
“Can” - diyene can olacak,
Birgünse Turan olacak,
Soyum Türk`tür, şanlı
Türk`üm!
Söyleşi: Oktay
Hacımusalı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder