31 Ağustos 2014 Pazar

Siyezen bölgesinde ünlü spiker Aydın Karadağlı`nın 85. Yıldönümü kutlandı

Cumartesi günü Siyezen İl Kültür evinde XX yüzyıl Azerbaycan spikerlik okulunun ünlü temsilcisi, emektar sanatçı Aydın Karadağlı`nın 85. Yıldönümüyle alakalı tören düzenlendi.
Azkültür`ün verdiği habere göre, tören ünlü spikerin  kendi sesiyle yorumladığı büyük Azerbaycan şairi Cafer Cabbarlı`nın "Ana" şiirinin seslenmesiyle başladı. Siyezen İl valisi sayın Arif Kasımov misafirleri selamladıktan sonra, bu olağanüstü yıldönümü dolayısıyla Aydın Karabağlı sesini seven insanları kutladı. Daha sonra yapılan konuşmalarda halkımızın ünlü spikere hem yaşarken, hem de vefat ettikten sonra büyük değer verildiğini vurgulamışlardır. Büyük sanatçının radyodaki yaptıkları hem halkımız, hem devletimiz tarafından takdir edildi. O, sağlığında, henüz 34 yaşında iken Emektar sanatçı ismini kazandı.
Programda filoloji doktoru, profesör Vügar Ahmet, Azerbaycan Tiyatro Adamları Birliği'nin Başkanı, halk sanatçısı Azer Paşa Nimetov, Azerbaycan Televizyon ve Radyo Programları Kapalı Cemiyeti'nin radyo üzere Başkanvekili Cavanşir Cahangirov, şair - yazar Oktay Hacımusalı Aydın Karadağlı`nın biyografisi, sosyal faaliyetleri hakkında ilginç konuşmalar yaptılar, anılarını anlattılar.
Aydın Karadağlı XX yüzyıl Azerbaycan radyo spikerliğinin parlak sayfalarından birini oluşturduğu söylendi. Radyoculuğa adım attığı ilk yıllardan o, yüksek, kutsal manevi değerleri anlatan yorumuyla dinleyenlerin sevgisini kazandı. Aydın Karadağlı`nın insanı ferahlatan sesi sanatsal güzelliği ve şiirselliğile seçilmekteydi. Onun yaratıcılığı halkımızın yurtseverlik ve mücadele ruhunun yükselmesinde önemli etken oldu.
Genç şarkıcı Almahanım Ahmetli, Emektar sanatçı Metanet İskenderli, halk sanatçısı Nisa Kasımova, halk sanatçısı Teymur Mustafayev şarkılar seslendirerek toplantı katılımcılarına hoş anlar yaşattılar.
Programda ayrıca yazar Vüqar Ahmed'in yenice basılmış “Karadağlılar" romanının tanıtımı yapıldı.

Etkinliğin sonunda spikerin kızı Aygül Karadağlı yıldönümü töreninin düzenlenmesi dolayısıyla kadirşinas Azerbaycan halkına ünlü spikerin ailesi adından şükranlarını iletti.

27 Ağustos 2014 Çarşamba

“Şuşa`nin işgalinden sonra doğum günlerimi kutlamadım...”

  “Kültürle, sanatla, kitapla iç – içe büyüdüm...”
“Şairde ülke ve ulus sevgisi olmadan dil sevgisi oluşamaz…”

Konuğumuz Azerbaycanlı şair, Avrupanın Fahri bilimadamı, Avrasya Kültürelçisi,   VEKTÖR» Uluslararası İlim Merkezinin kurucusu ve Genel Başkanı,  Azerbaycan YÖK Üyesi, Prof.dr. Elçin İskenderzadedir.
           
-Öncelikle Prof.dr. Elçin İskenderzade`yi henüz tanımayanlar için biraz kendinizi tanıtır mısınız? Doğduğunuz Karabağ topraklarının üretken bir şairi olarak birzamanlar yaşadığınız coğrafyanın şiirinize katkısından söz eder misiniz? 
- 16 eylül 1964 yılında Azerbaycan′ın Karabağ bölgesinin Şuşa şehrinde doğdum. Orta okulu altın madalyayla bitirdim. 1986 yılında Azerbaycan Teknik Üniversitesinin Mekanik fakültesinden birincilikle mezun oldum. Öğrenciyken iki ilmi buluşa imza attım, çeşitli SSCB ve uluslararası olimpiyatların birincisi, ilmi sempozyumların katılımcısı oldum. Teknik ve filoloji ilimleri doktoru, pröfesörüm. Uluslararası Ekoenerji Akademisinin (Azerbaycan, 2000), New-York İlimler Akademisinin (ABD, 2002), «Kafkas halkları» Uluslararası İlimler Akademisinin (Gürcistan, 2003), Türk Dünyası Araştırmaları Uluslararası İlimler Akademisinin (Türkiye, 2004), Avrupa Doğa Bilimleri Akademisinin (Almanya, 2004), Uluslararası Kadro Akade130misinin (Ukrayna, 2005), Avrupa Kültür Akademisinin (Bulgaristan, 2006), Tebriz Akademisinin (İran, 2006) asil (akademik) üyesiyim.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde yapılmış yüzden fazla uluslararası ilmi kurultay, kongre, sempozyum ve konferanslara katıldım. Azerbaycan Yazarlar Birliğinin, Azerbaycan Gazeteçiler Birliğinin, Ukrayna Yazarlar Birliğinin, Kırğızistan Yazarlar Birliğinin, Rusya Yazarlar Birliğinin, Bulgaristan Yazarlar Birliğinin, Kosova Türk Yazarlar Birliğinin, Makedonya Yazarlar Birliğinin, Romanya Yazarlar Birliğinin, Türkiye İLESAM (İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği) ve TYS (Türkiye Yazarlar Sendikası) üyesiyim.
 II «Yeşilırmak» Şiir Şöleninde (Türkiye-Tokat), XI, XII ve XIX «Hazar» Uluslararası Şiir Şöleninde (Türkiye-Elazığ), IX, Х, XI, XII, XIII. KIBATEK Edebiyat Şölenlerinde (Romanya, Ukrayna, KKTC, Azerbaycan, Türkiye, Suriye), II Uluslarası Fuzuli Şiir Şöleninde (Türkiye-Ankara), III, V, VI, VII, VIII Karacaoğlan Şelale Şiir Şöleninde (Türkiye-Tarsus), I Uluslararası Seyyit İmadettin Nesimi sempozyumunda (Türkiye-Ankara), Yunus Emre Kültür ve Sanat Haftasında (Türkiye-Eskişehir), Uluslararası Edebiyat Haftasında (Belçika, Gürcistan, Fransa), Çukurova Uluslararası Edebiyat Buluşmasında (Türkiye - Antakya) Arap Yazar Birliği Assamblesinin toplantısında (Mısır, Kahire), 47, 48, 49 Struqa Şiir Festivalında (Makedoniya) ve diğer uluslararası toplantılarda Azerbaycanı temsil ettim.
1995 yılında Uluslararası «Nizami Aydın» ödülünü, 1998 yılında «Akademik Yusif Memmedaliyev» ödülünü ve madalyasını, 2000 yılında «Altın Kalem» ödülünü, 2002 yılında «Hacı Zeynelabdin Tağıyev» ödülünü, 2004 yılında Uluslararası Resul Rıza ödülünü, 2004 yılında KIBATEK Hizmet ödülünü, Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği ve Hüseyin Gazi Vakfı tarafından «Türk Dünyasına Hizmet» ödüllerini ve Türkiye Avrasya Kurumu tarafından Türk İlmine ve Kültürüne üstün hizmet ödüllerini aldım. 2004 yılında Asya ülkeleri üzre Kültür Büyükelçisi seçildim. 2005 yılında Azerbaycan Yazarlar Birliğinin «Milli Yaddaş» ödülünü, Ukrayna Uluslararası İlimler Akademisinin «İlmin ve eğitimin gelişmesindeki hizmetlerinden dolayı» altın madalyasını, Kırğızistan Yazarlar Birliğinin Milli ödülünü kazandım. 2006 yılında Türkçem dergisinin (Kosova) «Yılın ödülüne» sahip oldum. 2006 yılında Karacaoglan Uluslararası Ödülüne layik görüldüm. 2007 yılında KIBATEK Uluslararası Edebiyat ödülünü aldım. 2008 yılında Türk Edebiyatı Üstün Hizmet Madalyası ve Türk Edebiyatı Şeref Beratına layik görüldüm. 2008 yılında İLESAM Türk Dünyası İlimine ve Edebiyatına Hizmet ödülüne sahip oldum. 2009 yılında merkezi Almanyanın Münih şehrinde bulunan BATTAM (Batı Trakya Türkleri Araştırma Merkezi) Türk Dünyasına Hizmet Uluslararası ödülüne layik görüldüm. 2009 yılında Uluslararası Cengiz Aytmatov Edebiyat Ödülüne layik görüldüm.
 2009 yılında Uluslararası Ödül Birliginin Türk Dünyası Ülkeleri Büyükelçisi seçildim.
 2009 yılında A.P.Çehov, S.Yesenin, V.V.Mayakovski madalyalarına ve Avrupa Kültürüne ve Bilimine Üstün Hizmet nişanına layik görüldüm.
 170-dan fazla ilmi eserin, 47 buluşun, 14 monografinin ve ders kitabının, 85 edebi ve ilmi kitabın yazarıyım. Dünyanın değişik ülke yazarlarının 122 kitabını Azerbaycan türkçesine çevirmiş ve yayınlamışım. 300-den fazla edebi ve ilmi kitapların editörlüğünü üstlendim.Yapıtlarım dünyanın çeşitli halklarının dillerine çevrilerek yayınlandı. Türkiye, Rusya Federasyonu, Letonya, Litvanya, Beyaz Rusya, Gürcistan, Kazakistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Makedonya, Yunanistan, Almanya, İran, Romanya, Ukrayna, Suriye, Polonya, Kırğızistan, Özbekistan, Albanya, Bulgaristan, İrak ve başka ülkelerde 32 sayıda ilmi ve edebi kitaplarım basıldı. «VEKTÖR» Uluslararası İlim Merkezinin kurucusu ve Genel Başkanıyım. «VEKTÖR» uluslararası ilim ve «BAYATI» uluslararası edebiyat ve sanat dergilerinin kurucusu ve genel yayın yönetmeniyim.
 2009 yılından Avrupa Doğa Bilimleri Akademisinin Türk Dünyası ülkeleri üzre temsilcisiyim.
2010 yılı Dünya Büyük Şiir Ödülüne sahip oldum.
 Azerbaycan YÖK Üyesi, Cumhurbaşkanı özel ödülünü aldım.
- Birikimleriniz, deneyimleriniz özellikle şiire yeni başlayan “eşikteki” gençleri ışıtacaktır. Sizin için “şiir” ve “şair” sözcükleri ne anlatır?
- Şiir üzerine bugüne kadar çok şey söylendi, çok şey yazıldı. Buna rağmen “Şiir nedir?”, Şiir dili nedir?”, “Nasıl şiir yazılır?”, “Neden şiir yazılır?”, “Neden başka bir sanat değil de şiir?” gibi soruların yanıtını arayacak olan genç insana verebilecek bilimsel ve kapsamlı bir rehberimiz yok. Olmaması da gerekiyor belki. Yazılan kitaplarda ve çalışmalarda, (yazan kişinin şiire bakış açısına göre) çok çeşitli tanım, kavram ve sonuçlara ulaşılması kafaları biraz daha karıştırmaktadır. Diyeceklerimin hepsi doğru, aynı zamanda diyeceklerimin hepsi yanlış; konu şiir olunca bu tamamen görecedir. Diyeceklerim ne doğru, ne de yanlış, sadece şiir üzerine alınmış özel notlardır. Bu notların gereği her şeyin anahtarı ve yanıtını vermek değil, anlaşılması kolay, ilgiyle, keyifle okunan, okuyanın kendisinden bir ses bulabileceği bir paylaşımdan öteye geçemez. Karmaşık terim, kavram ve akımlarından elimden geldiğince uzak dursam da düzyazının bir kaçınılmazı olarak didaktik limanlara uğramak zorunda olacağımı da bildirmek istiyorum. Şiir yazan bir insanın sahip olması gereken üç temel değer vardır bence: KÜLTÜREL BİRİKİM, DİL SEVGİSİ, DUYGUSAL ZEKA. Kültürel birikim derken belli bir kültür ve eğitimin üzerindekiler şiir yazabilir diğerleri yazamaz, değil elbette. Nice eğitimsiz insanlar vardır ki edebi kültüre sahiptirler; nice okumuş insanlar vardır ki edeple edebiyatı ayıramazlar. Televizyonlardaki bilgi yarışmalarında şiirli ve şairli kolay sorulara yanıt veremeyen doktor ve benzeri eğitimdeki insanları örnek verebilirim. O yüzden kültür ve hatta eğitim çok görece kavramlar. Doğru zamanda, doğru yerde kullanılmalılar. Şiir yazabilmek için şaire gerekli olan kültürel birikim, kültürün her alanından beslenen, özellikle anadille olgunlaşmış, şiire zaman ayırmış, şiire emek vermiş, şiiri kaygı edinmiş, şiiri yaşamından ırak görmeyen bir birikimdir. Kültür doğal olanı değiştirmektir. Düşünerek, karar vererek, beğenerek ve tercih ederek yapılan bu değişim yaşamı güzelleştiren ve kolaylaştıran tüm bilgi ve gelenekleri de kapsar. Taşları üst üste koymaktan başlayan bu süreç bilim, teknoloji ve sanatla yoğrularak günümüze kadar gelen insanlık tarihinin sürecidir. Şiir ve şair için sözünü ettiğim bu kültürel birikim yukarıda sözünü ettiğim kültürden çok daha öte bir şey. Şairin o ince ruhla zaman ve mekân boyutunda yaşadığı kültürüne karşı algı yeteneğini yükseltmesi, kültürünü iyi öğrenmesinin yanında o kültüre tutsak kalmaması, kültürü insanlık adına değiştiren dönüştürenleri iyi okuması ve kendisinin de bu değişimi sağlayacak yetiyi kendisinde görmesi gerekiyor. Şair olacak kişinin kendi dilinde yazılmış şiirler başta olmak üzere tüm dünya şiirlerinin geçmişi ve geleceğinden haberdar olması, şiirin geleceğinden de kaygı duyması gerekmektedir. Ressamların bir ülkesi, bir ulusu olmayabilir belki; bu durum o ressamın yapıtlarını daha özgür ve daha değerli kılabilir belki; ancak şiirde durum çok farklı. Şairde ülke ve ulus sevgisi olmadan dil sevgisi oluşamaz. Dil bilgisi’ni dil sevgisinin yanında cüce kalacağı için kullanmıyorum. Şiirin diğer evrensel sanatların yanında yerel kalan özellikleri var. Bunu dizinin ilerleyen bölümlerinde açacağız. Dil sevgisi yüksek olan birisinin insan sevgisinin de yüksek olacağını düşünebiliriz. Dili sevmeden, dile hâkim olmadan, sözcüklerle oynamadan, sözcüklerle (dille) dans etmeden, sözcüklerle anlaşmadan şiir yazmak olası değil. Şair anadilinin dünyanın en güzel, en anlamlı dili olduğuna inanmalı ve dile getirmelidir. Başka dillere öykünerek şair olunamaz elbette. Dili ve o dilin sözcüklerine tutkun olmak gerektiğini düşünüyorum. Öyle ki bir sözcüğü bir kediyi kucağına alır okşar gibi saatlerce okşayabilmelidir şair. Bir cümlenin yapısına bir mimari şahesere bakar gibi bakabilmelidir. Yazdığı dille sorunu olan bir şairin içine düşeceği durum hazin bir durumdur.
- Bugüne kadar oluşan Elçin İskenderzade imgesinde kuşkusuz, yayıncısı ve sanat yönetmeni olduğunuz “Bayatı” ve “Vektör” dergileri ,«VEKTÖR» Uluslararası İlim Merkezi anımsanıyor. Ama şiir dünyamızda yayımladığınız kitaplar, şiirlerinizle var olmak, anılmak sanırım daha önemliydi. Bunca derinlikli, değişik boyutlu çağrışım zengini şiirlerden oluşan kitaplarla edebiyata bir ömür sunmanın ötesinde, bütün bunları yapmayıp da ne yapabilirdiniz? Şiirin karşısında ikinci bir seçenek düşmedi mi gönlünüze?
-Ben bir zamanlar “Küçük Paris”, “Kafkas Sanatı Mabedi”, “Azerbaycan Musikisinin Beşiği” ve “Doğunun Konservatuvarı” olarak tanınan, çok sayıdaki seçkin şahsiyetin anavatanı, aynı zamanda, Azerbaycan’ın tarihi kültür merkezi ve Karabağ’ın baş tacı olan ve bugün Ermenistan’ın işgali altında bulunan Şuşa şehrinde doğdum. Kültürle, sanatla, kitapla iç – içe büyüdüm. Daha sonra ömrümün bir kaç yılı Gence`de geçti. Birkaç yıl hocalık ta yaptım bu şehirde. Azerbaycan ortalamasının çok üzerinde bir kültür ortamı vardı Gence`de. O dönemde birçok belde olmayan sosyal yaşam burada vardı. Garip Mehti vardı, rahmetli şehit şairimiz Nizami Aydın vardı, şu an millet vekili olan değerli şairimiz Musa Urud vardı. “İlham” edebi birliği vardı. Sonra Bakü`ye yerleştim. “VEKTÖR” Uluslararası İlim Merkezini, “Vektor” yayınlarını kurdum. Şiirlerimi yazdım. Kitaplar yayınladık. Bana göre, insanın sürekli bir önceki günden karlı olması gerekir yaşantısında. Bunun içinde öncelikle tefekkür kitapları insanı yarın için teyakkuz haline sokar. Edebi kitaplar ise okumadaki ufku açmakla beraber insanı olgunlaştırır diye düşünüyorum. Şu ana kadar yazdığım ve bastığım kitapları okurken sürekli aklıma büyüklerimizin bize göstermiş olduğu veya bizde şekillendirmeğe çalıştığı eğitimler gelir. Okurken kitaplarda yazılanların hemen hepsinde küçüklüğümüzden bu yana bize söylenen sözlerden ve ideal insan olma yolunda edilen tavsiyelerden sürekli birşeyler görüyorum. Yani, sanki kitapta yazılanları daha önce yaşamışım gibi geliyor. Daha önce yaşanmış olan zamanın kitaplara yansıması ve benim tarafımdan hazırlanıyor olması beni sürekli heyecanlandırır. Bunu yapmayıp ta başka birşey asla yapamazdım. Yapmış olsam bile, şuan bulunduğum konumda olamazdım. Ben bir bilimadamıyım, ama öncelikle bir şairim.
-Şiirlerinizin mayası insan… İnsanlık maceralarımızda bizi tutuşturan aşklarımız, ayrılıklarımız, özlemlerimizden bir şair olarak beslendiniz. Hayata şiir gözüyle bakmanın, şairce karışmanın ayrıcalıklı acıları sizi de yormuştur. Bu acıları çekmekten mutlu musunuz? Örneğin, bir türkü en son ne zaman ağlattı sizi?
- Hayattaki her şey şiire vesiledir. Aşklarımız, ayrılıklarımız, özlemlerimiz bizi şair olarak tetiukler. Edebiyata yeni geldiğim dönemlerde, daha çok toplumcu gerçekçi bir şair olduğum söylendi. Sonra doğal olarak Har –ı bülbül, Karabağ şairine çıktı adımız. Bu yaklaşımların bütünüyle doğru olduğunu kabul etmemem olanaksız. Ne desem boş. Çünkü insanların algılarını değiştirmek o kadar kolay değil. Yine de söylemiş olayım: hep, tarihsel, kültürel derinliğini gözeterek yaşanılanın şiirini yazmaya çalıştım. Günlük olanla, güncelle ya da günü boşlayıp tarihsel olanla sınırlamadım şiirimi. Zaten, şiirde bu yapılmamalı. Çünkü hayat, hayatın bütün değerleri (kültür, politika, estetik…) artzamanlı olduğu kadar, eşzamanlı bir işlerlik gösterir. Benim şiir anlayışım, bu kavrayış üzerine kurulmuştur. Poetikamın belirleyici öğesidir bu. “Şiir hayat kadar dağınık, aynı zamanda hayat kadar örgütlüdür.” Her şiirimde ele aldığım izlekler, hayattan yalıtılmamıştır. Çünkü yaşanılan hiçbir şey diğer insandan, ekonomiden, politikadan, estetik anlayışlardan bağımsız değildir, olamaz da. Kadını anlatarak ekonomiyi, siyasi yapıyı, devlet ilişkilerini, tarihsel olanı da anlatabilirsiniz. Savaşı anlatarak insanlığı anlatabilirsiniz. Benim yaptığım bu. Öne çıkmış gibi görünen izlekler bu, ama tabii, bunlar yanıltıcı olmamalıdır. Ben, toplumu oluşturan her bir Azerbaycan insanını, her Türk insanını; politik, kültürel, estetik işleyiş içerisinde yazdığımı düşünüyorum. Bunun kavranması, şiirlerimin daha iyi anlaşılmasını getirebilir. Ben kadında insanı seviyorum, taşta, kuşta, böcekte, çiçekte doğayı seviyorum, onu anlamağa çalışıyorum. Anladığımı yazmağa çalışıyorum. Türkülere gelince, yolda duyduğum, kulağımı çınlatan her türkü beni ağlatabilir. Ki, şair dediğin de ağlamasını bilmeli.
- Sayın İskenderzade, sizce kalemden kitaba, kağıda olan uzaklık ne kadar? Bir süre ara vermek veya daha yoğun yazmak olabilir mi?!… Peki, bir şiirin yürek kapanına düşme süreci sizde nasıl başlar? Nasıldır bir şiirin yazılma macerası? Oluşum ve gelişimini anlatır mısınız?
-Her şiir, kendi şairinden çok izler taşır. Bir şiiri şaire odaklanarak okuyup irdelediğiniz zaman; o şairin yaşambiçimini, ideolojisini, şiirbilgisini, psikolojisini, kültürel derinliğini, evrensel tutumunu, dil bilincini… ortaya dökmeniz gayet doğaldır. Bütün bunlar, işte o şiirin kalemden kağıta dökülme anıdır. Ama bu mutlak böyledir, kuraldır, yapılmalıdır diye de bir şey yoktur. Bir şairin şiirlerine yansımayan karakteristik özelliklerinin de olabileceği göz ardı edilemez. Bazı şairler, kendilerini şiirlerine katmaz. Bazıları kendi kanıyla derisine yazar şiirlerini. Örneğin, bu yakınlarda kaybettiğimiz ressam, şair  dostum Adil Mirseyid gibi. Eğer, sizler de Allah rahmet eylesin, rahmetli şairimiz Adil Mirseyid gibi şiirlerinizi kanınızla kendi derinize yazıyorsanız, şiirleriniz sizi ele verebilir büyük oranda. Ben, şiirlerini kanıyla derisine yazanların yanındayım.
- Türk şiirinin; geldiği yerden, bulunduğu ve gideceği yer düşünüldüğünde düzeyi nedir? Bugünkü Türk topraklarında yazılan şiirin vardığı düzey yeterli midir?
- Aslına bakılırsa, sıkça sorulan bir soru. Bu sorunu yanıtlamak bana düşmez. Ama ille de bir yanıt istiyorsanız, yanıtım çok sade: gelişme var elbet. Hem, sanırım, burda “Türk şiirinin geleneğinden yararlanıyor muyuz?” – diye bir soru olmalıydı. Bu sorunun yanıtına gelince:işte orda durmamız gerektir. Büyük bir şiir olan Türk şiirinin Fransız, İngiliz, Alman şiirinden farklı yanı bizim şiirin ortaya bir gelenek koymasıdır. Ben bu geleneğin dille alakalı olduğu kanısındayım. Ama bir Fransız kendi şairinden, bir İngiliz kendi şairinden, bir Alman kendi şairinden, kendi şiirinden yararlanmasını biliyorken, biz aynı biçimde eski şiirimizden yararlanıyor muyuz? Sanmıyorum. Gelenek derken ben dili, anlatım biçimini anlıyorum. Eski, geleneksel klasik şiirimizde biz bir özbek türkünü, bir türkmen türkünü anlıyoruz. Ama, ya şimdi? Ortak Türk şiirinde eski şiirimizden beyitler ezberleyip, ortak seslerimizi şiirimizde kullanmalıyız diye düşünüyorum. “Bir ulusun düşünce tarihi şiirdeki seslere yansır” – diyor İlhan Berk. Bu yaklaşımı yabana atmamak lazım. Bir Nâzım, bir Bahtiyar Vahapzade ruhu yaratmalıyız tekrar. Ben önümüzde onları görüyorum gelenek diye. Önümüzde yürüyorlar onlar bizim...
-Yaklaşık bir ay sonra elli yaşınızı, sanatta olmanızın otuzuncu yıldönümünü kutlayacaksınız. Nasıldır bir şairin elli yaşa gelmesi?
 -Şuşa`nın işgalinden sonra doğum günlerimi kutlamadım. Ama, elli yaşı kutlamağı düşündüm. Zira, elli yıl boyunca şiirle, sanatla, bilimle iç içe bir yaşam sürdüm. Kısmetse, kendime ve şiirlerimi okumuş olanlara, ben bir hesap vereceğim bir dizi etkinliklerle. Seçme şiirlerimi, bana armagan olarak yazılmış şiirleri, denemeleri, hakkımda yazılanları biraraya getirmeği düşünüyorum. Herşey Allahın, zamanın ve şiirin elinde...
Söyleşi: Oktay Hacımusalı


13 Ağustos 2014 Çarşamba

Pandomim Tiyatrosu yeni sezonu "Mankurt" oyunuyla açacak

Azerbaycan Devlet Pandomim Tiyatrosu yeni sezonu 20 Eylül'de dünyaca ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov'un "Gün var yüzyıla beraber" eserinin motifleri üzerine hazırladığı "Mankurt" oyunuyla açacak.
Tiyatrodan Azkültür`e verilen bilgiye göre, aktör Ceyhun Dadasov`un yönetmeni olduğu oyunun ressamı Sanuber Samedova, müzik yönetmeni Elman Refiyev, plastik çözüm üzere yönetmeni Halk Artisti Bahtiyar Hanızadedir.

Uzun yıllardır tiyatronun repertuarında olan bu oyun yeni sezonda sanatseverlere yeni tarzda sunulacaktır. Oyunda tiyatronun tüm aktor kadrosu yer alacak.

Ermeni kontrolündeki Azıh mağarasında yasadışı kazı çalışmaları yapılıyor

Azerbaycan'ın işgal altında bulunan ülkelerindeki maddi kültür örneklerinin imha edildiği ve yasadışı yollarla Ermenistan'a taşındığı herkes tarafından bilinmektedir.
İşgal altında bulunan Fuzuli şehrinden 16 km uzaklıkta Kururçay kıyısındaki ünlü Azıh mağarası da Ermenilerce imha edilen yerlerdendir. Bu mağara ilkel insanların yaşayışını, hayatını, kültürünü keşfetmek açısından hep bilim adamları için büyük bir değere sahip oldu.
Ne yazık ki, şu anda Karabağ`dakı bölücü rejimin kontrol altında olan Azıh mağarasında 10 yıldan fazla bir dönemde yasadışı kazı çalışmaları yapılmaktadır.
Azerbaycan`ın Modern.az sitesinin verdiği habere göre, 2002 yılından itibaren saldırgan Ermenistan yönetiminin organize ettiği Azıh mağarasında yapılan kazı çalışmalarına İngiltere, İrlanda, İspanya ve İtalya'dan arkeologlar katıldılar. 300-350 bin yıl önce yaşamış insanların izleri, aletleri ve eski hayvanların tespit edilmiş kemikleri çalışmalar sonunda Ermenistan ve Batı ülkelerinin müzelerine gönderilmektedir.