“Şairde ülke ve ulus
sevgisi olmadan dil sevgisi oluşamaz…”
Konuğumuz Azerbaycanlı
şair, Avrupanın Fahri bilimadamı, Avrasya Kültürelçisi, VEKTÖR»
Uluslararası İlim Merkezinin kurucusu ve Genel Başkanı, Azerbaycan YÖK Üyesi, Prof.dr. Elçin
İskenderzadedir.
-Öncelikle
Prof.dr. Elçin İskenderzade`yi henüz tanımayanlar için biraz kendinizi tanıtır
mısınız? Doğduğunuz Karabağ topraklarının üretken bir şairi olarak birzamanlar
yaşadığınız coğrafyanın şiirinize katkısından söz eder misiniz?
- 16 eylül 1964 yılında Azerbaycan′ın
Karabağ bölgesinin Şuşa şehrinde doğdum. Orta okulu altın madalyayla bitirdim. 1986
yılında Azerbaycan Teknik Üniversitesinin Mekanik fakültesinden birincilikle
mezun oldum. Öğrenciyken iki ilmi buluşa imza attım, çeşitli SSCB ve
uluslararası olimpiyatların birincisi, ilmi sempozyumların katılımcısı oldum.
Teknik ve filoloji ilimleri doktoru, pröfesörüm.
Uluslararası Ekoenerji Akademisinin (Azerbaycan, 2000), New-York İlimler
Akademisinin (ABD, 2002), «Kafkas halkları» Uluslararası İlimler Akademisinin
(Gürcistan, 2003), Türk Dünyası Araştırmaları Uluslararası İlimler Akademisinin
(Türkiye, 2004), Avrupa Doğa Bilimleri Akademisinin (Almanya, 2004),
Uluslararası Kadro Akade130misinin
(Ukrayna, 2005), Avrupa Kültür Akademisinin (Bulgaristan, 2006), Tebriz Akademisinin
(İran, 2006) asil (akademik) üyesiyim.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde yapılmış yüzden
fazla uluslararası ilmi kurultay, kongre, sempozyum ve konferanslara katıldım. Azerbaycan
Yazarlar Birliğinin, Azerbaycan Gazeteçiler Birliğinin, Ukrayna Yazarlar
Birliğinin, Kırğızistan Yazarlar Birliğinin, Rusya Yazarlar Birliğinin,
Bulgaristan Yazarlar Birliğinin, Kosova Türk Yazarlar Birliğinin, Makedonya
Yazarlar Birliğinin, Romanya Yazarlar Birliğinin, Türkiye İLESAM (İlim ve
Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği) ve TYS (Türkiye Yazarlar Sendikası)
üyesiyim.
II
«Yeşilırmak» Şiir Şöleninde (Türkiye-Tokat), XI, XII ve XIX «Hazar»
Uluslararası Şiir Şöleninde (Türkiye-Elazığ), IX, Х, XI, XII, XIII. KIBATEK
Edebiyat Şölenlerinde (Romanya, Ukrayna, KKTC, Azerbaycan, Türkiye, Suriye), II
Uluslarası Fuzuli Şiir Şöleninde (Türkiye-Ankara), III, V, VI, VII, VIII
Karacaoğlan Şelale Şiir Şöleninde (Türkiye-Tarsus), I Uluslararası Seyyit
İmadettin Nesimi sempozyumunda (Türkiye-Ankara), Yunus Emre Kültür ve Sanat
Haftasında (Türkiye-Eskişehir), Uluslararası Edebiyat Haftasında (Belçika,
Gürcistan, Fransa), Çukurova Uluslararası Edebiyat Buluşmasında (Türkiye -
Antakya) Arap Yazar Birliği Assamblesinin toplantısında (Mısır, Kahire), 47,
48, 49 Struqa Şiir Festivalında (Makedoniya) ve diğer uluslararası
toplantılarda Azerbaycanı temsil ettim.
1995
yılında Uluslararası «Nizami Aydın» ödülünü, 1998 yılında «Akademik Yusif
Memmedaliyev» ödülünü ve madalyasını, 2000 yılında «Altın Kalem» ödülünü, 2002
yılında «Hacı Zeynelabdin Tağıyev» ödülünü, 2004 yılında Uluslararası Resul
Rıza ödülünü, 2004 yılında KIBATEK Hizmet ödülünü, Dünya Genç Türk Yazarlar
Birliği ve Hüseyin Gazi Vakfı tarafından «Türk Dünyasına Hizmet» ödüllerini ve
Türkiye Avrasya Kurumu tarafından Türk İlmine ve Kültürüne üstün hizmet
ödüllerini aldım. 2004 yılında Asya ülkeleri üzre Kültür Büyükelçisi seçildim.
2005 yılında Azerbaycan Yazarlar Birliğinin «Milli Yaddaş» ödülünü, Ukrayna
Uluslararası İlimler Akademisinin «İlmin ve eğitimin gelişmesindeki
hizmetlerinden dolayı» altın madalyasını, Kırğızistan Yazarlar Birliğinin Milli
ödülünü kazandım. 2006 yılında Türkçem dergisinin (Kosova) «Yılın ödülüne»
sahip oldum. 2006 yılında Karacaoglan Uluslararası Ödülüne layik görüldüm. 2007
yılında KIBATEK Uluslararası Edebiyat ödülünü aldım. 2008 yılında Türk
Edebiyatı Üstün Hizmet Madalyası ve Türk Edebiyatı Şeref Beratına layik
görüldüm. 2008 yılında İLESAM Türk Dünyası İlimine ve Edebiyatına Hizmet
ödülüne sahip oldum. 2009 yılında merkezi Almanyanın Münih şehrinde bulunan
BATTAM (Batı Trakya Türkleri Araştırma Merkezi) Türk Dünyasına Hizmet
Uluslararası ödülüne layik görüldüm. 2009 yılında Uluslararası Cengiz Aytmatov
Edebiyat Ödülüne layik görüldüm.
2009
yılında Uluslararası Ödül Birliginin Türk Dünyası Ülkeleri Büyükelçisi
seçildim.
2009
yılında A.P.Çehov, S.Yesenin, V.V.Mayakovski madalyalarına ve Avrupa Kültürüne
ve Bilimine Üstün Hizmet nişanına layik görüldüm.
170-dan fazla ilmi eserin, 47
buluşun, 14 monografinin ve ders kitabının, 85 edebi ve ilmi kitabın yazarıyım.
Dünyanın değişik ülke yazarlarının 122 kitabını Azerbaycan türkçesine çevirmiş
ve yayınlamışım. 300-den fazla edebi ve ilmi kitapların editörlüğünü
üstlendim.Yapıtlarım dünyanın çeşitli halklarının dillerine çevrilerek
yayınlandı. Türkiye, Rusya Federasyonu, Letonya, Litvanya, Beyaz Rusya,
Gürcistan, Kazakistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Makedonya, Yunanistan,
Almanya, İran, Romanya, Ukrayna, Suriye, Polonya, Kırğızistan, Özbekistan,
Albanya, Bulgaristan, İrak ve başka ülkelerde 32 sayıda ilmi ve edebi kitaplarım
basıldı. «VEKTÖR» Uluslararası İlim Merkezinin kurucusu ve Genel Başkanıyım. «VEKTÖR»
uluslararası ilim ve «BAYATI» uluslararası edebiyat ve sanat dergilerinin
kurucusu ve genel yayın yönetmeniyim.
2009
yılından Avrupa Doğa Bilimleri Akademisinin Türk Dünyası ülkeleri üzre
temsilcisiyim.
2010 yılı Dünya Büyük Şiir Ödülüne sahip oldum.
Azerbaycan YÖK Üyesi, Cumhurbaşkanı özel
ödülünü aldım.
- Birikimleriniz,
deneyimleriniz özellikle şiire yeni başlayan “eşikteki” gençleri ışıtacaktır.
Sizin için “şiir” ve “şair” sözcükleri ne anlatır?
- Şiir üzerine bugüne kadar çok şey söylendi, çok
şey yazıldı. Buna rağmen “Şiir nedir?”, Şiir dili nedir?”, “Nasıl şiir
yazılır?”, “Neden şiir yazılır?”, “Neden başka bir sanat değil de şiir?” gibi
soruların yanıtını arayacak olan genç insana verebilecek bilimsel ve kapsamlı
bir rehberimiz yok. Olmaması da gerekiyor belki. Yazılan kitaplarda ve
çalışmalarda, (yazan kişinin şiire bakış açısına göre) çok çeşitli tanım,
kavram ve sonuçlara ulaşılması kafaları biraz daha karıştırmaktadır.
Diyeceklerimin hepsi doğru, aynı zamanda diyeceklerimin hepsi yanlış; konu şiir
olunca bu tamamen görecedir. Diyeceklerim ne doğru, ne de yanlış, sadece şiir
üzerine alınmış özel notlardır. Bu notların gereği her şeyin anahtarı ve
yanıtını vermek değil, anlaşılması kolay, ilgiyle, keyifle okunan, okuyanın
kendisinden bir ses bulabileceği bir paylaşımdan öteye geçemez. Karmaşık terim,
kavram ve akımlarından elimden geldiğince uzak dursam da düzyazının bir
kaçınılmazı olarak didaktik limanlara uğramak zorunda olacağımı da bildirmek
istiyorum. Şiir yazan bir insanın sahip olması gereken üç temel değer vardır
bence: KÜLTÜREL BİRİKİM, DİL SEVGİSİ, DUYGUSAL ZEKA. Kültürel birikim derken
belli bir kültür ve eğitimin üzerindekiler şiir yazabilir diğerleri yazamaz,
değil elbette. Nice eğitimsiz insanlar vardır ki edebi kültüre sahiptirler;
nice okumuş insanlar vardır ki edeple edebiyatı ayıramazlar. Televizyonlardaki
bilgi yarışmalarında şiirli ve şairli kolay sorulara yanıt veremeyen doktor ve
benzeri eğitimdeki insanları örnek verebilirim. O yüzden kültür ve hatta eğitim
çok görece kavramlar. Doğru zamanda, doğru yerde kullanılmalılar. Şiir
yazabilmek için şaire gerekli olan kültürel birikim, kültürün her alanından
beslenen, özellikle anadille olgunlaşmış, şiire zaman ayırmış, şiire emek
vermiş, şiiri kaygı edinmiş, şiiri yaşamından ırak görmeyen bir birikimdir.
Kültür doğal olanı değiştirmektir. Düşünerek, karar vererek, beğenerek ve
tercih ederek yapılan bu değişim yaşamı güzelleştiren ve kolaylaştıran tüm
bilgi ve gelenekleri de kapsar. Taşları üst üste koymaktan başlayan bu süreç
bilim, teknoloji ve sanatla yoğrularak günümüze kadar gelen insanlık tarihinin
sürecidir. Şiir ve şair için sözünü ettiğim bu kültürel birikim yukarıda sözünü
ettiğim kültürden çok daha öte bir şey. Şairin o ince ruhla zaman ve mekân
boyutunda yaşadığı kültürüne karşı algı yeteneğini yükseltmesi, kültürünü iyi
öğrenmesinin yanında o kültüre tutsak kalmaması, kültürü insanlık adına
değiştiren dönüştürenleri iyi okuması ve kendisinin de bu değişimi sağlayacak
yetiyi kendisinde görmesi gerekiyor. Şair olacak kişinin kendi dilinde yazılmış
şiirler başta olmak üzere tüm dünya şiirlerinin geçmişi ve geleceğinden
haberdar olması, şiirin geleceğinden de kaygı duyması gerekmektedir.
Ressamların bir ülkesi, bir ulusu olmayabilir belki; bu durum o ressamın
yapıtlarını daha özgür ve daha değerli kılabilir belki; ancak şiirde durum çok
farklı. Şairde ülke ve ulus sevgisi olmadan dil sevgisi oluşamaz. Dil
bilgisi’ni dil sevgisinin yanında cüce kalacağı için kullanmıyorum. Şiirin
diğer evrensel sanatların yanında yerel kalan özellikleri var. Bunu dizinin
ilerleyen bölümlerinde açacağız. Dil sevgisi yüksek olan birisinin insan
sevgisinin de yüksek olacağını düşünebiliriz. Dili sevmeden, dile hâkim
olmadan, sözcüklerle oynamadan, sözcüklerle (dille) dans etmeden, sözcüklerle
anlaşmadan şiir yazmak olası değil. Şair anadilinin dünyanın en güzel, en
anlamlı dili olduğuna inanmalı ve dile getirmelidir. Başka dillere öykünerek
şair olunamaz elbette. Dili ve o dilin sözcüklerine tutkun olmak gerektiğini
düşünüyorum. Öyle ki bir sözcüğü bir kediyi kucağına alır okşar gibi saatlerce
okşayabilmelidir şair. Bir cümlenin yapısına bir mimari şahesere bakar gibi bakabilmelidir.
Yazdığı dille sorunu olan bir şairin içine düşeceği durum hazin bir durumdur.
- Bugüne kadar oluşan
Elçin İskenderzade imgesinde kuşkusuz, yayıncısı ve sanat yönetmeni olduğunuz
“Bayatı” ve “Vektör” dergileri ,«VEKTÖR» Uluslararası İlim Merkezi anımsanıyor.
Ama şiir dünyamızda yayımladığınız kitaplar, şiirlerinizle var olmak, anılmak
sanırım daha önemliydi. Bunca derinlikli, değişik boyutlu çağrışım zengini
şiirlerden oluşan kitaplarla edebiyata bir ömür sunmanın ötesinde, bütün
bunları yapmayıp da ne yapabilirdiniz? Şiirin
karşısında ikinci bir seçenek düşmedi mi gönlünüze?
-Ben bir zamanlar “Küçük Paris”, “Kafkas Sanatı
Mabedi”, “Azerbaycan Musikisinin Beşiği” ve “Doğunun Konservatuvarı” olarak
tanınan, çok sayıdaki seçkin şahsiyetin anavatanı, aynı zamanda, Azerbaycan’ın
tarihi kültür merkezi ve Karabağ’ın baş tacı olan ve bugün Ermenistan’ın işgali
altında bulunan Şuşa şehrinde doğdum. Kültürle, sanatla, kitapla iç – içe
büyüdüm. Daha sonra ömrümün bir kaç yılı Gence`de geçti. Birkaç yıl hocalık ta
yaptım bu şehirde. Azerbaycan ortalamasının çok üzerinde bir kültür ortamı
vardı Gence`de. O dönemde birçok belde olmayan sosyal yaşam burada vardı. Garip
Mehti vardı, rahmetli şehit şairimiz Nizami Aydın vardı, şu an millet vekili
olan değerli şairimiz Musa Urud vardı. “İlham” edebi birliği vardı. Sonra
Bakü`ye yerleştim. “VEKTÖR” Uluslararası İlim Merkezini, “Vektor” yayınlarını
kurdum. Şiirlerimi yazdım. Kitaplar yayınladık. Bana göre, insanın sürekli bir
önceki günden karlı olması gerekir yaşantısında. Bunun içinde öncelikle
tefekkür kitapları insanı yarın için teyakkuz haline sokar. Edebi kitaplar ise
okumadaki ufku açmakla beraber insanı olgunlaştırır diye düşünüyorum. Şu ana
kadar yazdığım ve bastığım kitapları okurken sürekli aklıma büyüklerimizin bize
göstermiş olduğu veya bizde şekillendirmeğe çalıştığı eğitimler gelir. Okurken
kitaplarda yazılanların hemen hepsinde küçüklüğümüzden bu yana bize söylenen
sözlerden ve ideal insan olma yolunda edilen tavsiyelerden sürekli birşeyler
görüyorum. Yani, sanki kitapta yazılanları daha önce yaşamışım gibi geliyor.
Daha önce yaşanmış olan zamanın kitaplara yansıması ve benim tarafımdan
hazırlanıyor olması beni sürekli heyecanlandırır. Bunu yapmayıp ta başka birşey
asla yapamazdım. Yapmış olsam bile, şuan bulunduğum konumda olamazdım. Ben bir
bilimadamıyım, ama öncelikle bir şairim.
-Şiirlerinizin
mayası insan… İnsanlık maceralarımızda bizi tutuşturan aşklarımız,
ayrılıklarımız, özlemlerimizden bir şair olarak beslendiniz. Hayata şiir
gözüyle bakmanın, şairce karışmanın ayrıcalıklı acıları sizi de yormuştur. Bu
acıları çekmekten mutlu musunuz? Örneğin, bir türkü en son ne zaman ağlattı
sizi?
- Hayattaki her şey şiire vesiledir.
Aşklarımız, ayrılıklarımız, özlemlerimiz bizi şair olarak tetiukler. Edebiyata
yeni geldiğim dönemlerde, daha çok toplumcu gerçekçi bir şair olduğum söylendi.
Sonra doğal olarak Har –ı bülbül, Karabağ şairine çıktı adımız. Bu
yaklaşımların bütünüyle doğru olduğunu kabul etmemem olanaksız. Ne desem boş.
Çünkü insanların algılarını değiştirmek o kadar kolay değil. Yine de söylemiş
olayım: hep, tarihsel, kültürel derinliğini gözeterek yaşanılanın şiirini
yazmaya çalıştım. Günlük olanla, güncelle ya da günü boşlayıp tarihsel olanla
sınırlamadım şiirimi. Zaten, şiirde bu yapılmamalı. Çünkü hayat, hayatın bütün
değerleri (kültür, politika, estetik…) artzamanlı olduğu kadar, eşzamanlı bir
işlerlik gösterir. Benim şiir anlayışım, bu kavrayış üzerine kurulmuştur.
Poetikamın belirleyici öğesidir bu. “Şiir hayat kadar dağınık, aynı zamanda hayat
kadar örgütlüdür.” Her şiirimde ele aldığım izlekler, hayattan yalıtılmamıştır.
Çünkü yaşanılan hiçbir şey diğer insandan, ekonomiden, politikadan, estetik
anlayışlardan bağımsız değildir, olamaz da. Kadını anlatarak ekonomiyi, siyasi
yapıyı, devlet ilişkilerini, tarihsel olanı da anlatabilirsiniz. Savaşı
anlatarak insanlığı anlatabilirsiniz. Benim yaptığım bu. Öne çıkmış gibi
görünen izlekler bu, ama tabii, bunlar yanıltıcı olmamalıdır. Ben, toplumu
oluşturan her bir Azerbaycan insanını, her Türk insanını; politik, kültürel,
estetik işleyiş içerisinde yazdığımı düşünüyorum. Bunun kavranması, şiirlerimin
daha iyi anlaşılmasını getirebilir. Ben kadında insanı seviyorum, taşta, kuşta,
böcekte, çiçekte doğayı seviyorum, onu anlamağa çalışıyorum. Anladığımı yazmağa
çalışıyorum. Türkülere gelince, yolda duyduğum, kulağımı çınlatan her türkü
beni ağlatabilir. Ki, şair dediğin de ağlamasını bilmeli.
- Sayın
İskenderzade, sizce kalemden kitaba, kağıda olan uzaklık ne kadar? Bir süre ara
vermek veya daha yoğun yazmak olabilir mi?!… Peki, bir şiirin yürek kapanına
düşme süreci sizde nasıl başlar? Nasıldır bir şiirin yazılma macerası? Oluşum
ve gelişimini anlatır mısınız?
-Her şiir, kendi şairinden çok izler taşır. Bir
şiiri şaire odaklanarak okuyup irdelediğiniz zaman; o şairin yaşambiçimini,
ideolojisini, şiirbilgisini, psikolojisini, kültürel derinliğini, evrensel
tutumunu, dil bilincini… ortaya dökmeniz gayet doğaldır. Bütün bunlar, işte o
şiirin kalemden kağıta dökülme anıdır. Ama bu mutlak böyledir, kuraldır, yapılmalıdır
diye de bir şey yoktur. Bir şairin şiirlerine yansımayan karakteristik
özelliklerinin de olabileceği göz ardı edilemez. Bazı şairler, kendilerini
şiirlerine katmaz. Bazıları kendi kanıyla derisine yazar şiirlerini. Örneğin,
bu yakınlarda kaybettiğimiz ressam, şair dostum Adil Mirseyid gibi. Eğer, sizler de
Allah rahmet eylesin, rahmetli şairimiz Adil Mirseyid gibi şiirlerinizi
kanınızla kendi derinize yazıyorsanız, şiirleriniz sizi ele verebilir büyük
oranda. Ben, şiirlerini kanıyla derisine yazanların yanındayım.
- Türk şiirinin;
geldiği yerden, bulunduğu ve gideceği yer düşünüldüğünde düzeyi nedir? Bugünkü
Türk topraklarında yazılan şiirin vardığı düzey yeterli midir?
- Aslına bakılırsa, sıkça sorulan bir soru. Bu
sorunu yanıtlamak bana düşmez. Ama ille de bir yanıt istiyorsanız, yanıtım çok
sade: gelişme var elbet. Hem, sanırım, burda “Türk şiirinin geleneğinden
yararlanıyor muyuz?” – diye bir soru olmalıydı. Bu sorunun yanıtına
gelince:işte orda durmamız gerektir. Büyük bir şiir olan Türk şiirinin Fransız,
İngiliz, Alman şiirinden farklı yanı bizim şiirin ortaya bir gelenek
koymasıdır. Ben bu geleneğin dille alakalı olduğu kanısındayım. Ama bir Fransız
kendi şairinden, bir İngiliz kendi şairinden, bir Alman kendi şairinden, kendi
şiirinden yararlanmasını biliyorken, biz aynı biçimde eski şiirimizden
yararlanıyor muyuz? Sanmıyorum. Gelenek derken ben dili, anlatım biçimini
anlıyorum. Eski, geleneksel klasik şiirimizde biz bir özbek türkünü, bir
türkmen türkünü anlıyoruz. Ama, ya şimdi? Ortak Türk şiirinde eski şiirimizden
beyitler ezberleyip, ortak seslerimizi şiirimizde kullanmalıyız diye
düşünüyorum. “Bir ulusun düşünce tarihi şiirdeki seslere yansır” – diyor İlhan
Berk. Bu yaklaşımı yabana atmamak lazım. Bir Nâzım, bir Bahtiyar Vahapzade ruhu
yaratmalıyız tekrar. Ben önümüzde onları görüyorum gelenek diye. Önümüzde
yürüyorlar onlar bizim...
-Yaklaşık
bir ay sonra elli yaşınızı, sanatta olmanızın otuzuncu yıldönümünü
kutlayacaksınız. Nasıldır bir şairin elli yaşa gelmesi?
-Şuşa`nın işgalinden sonra doğum günlerimi
kutlamadım. Ama, elli yaşı kutlamağı düşündüm. Zira, elli yıl boyunca şiirle,
sanatla, bilimle iç içe bir yaşam sürdüm. Kısmetse, kendime ve şiirlerimi
okumuş olanlara, ben bir hesap vereceğim bir dizi etkinliklerle. Seçme
şiirlerimi, bana armagan olarak yazılmış şiirleri, denemeleri, hakkımda
yazılanları biraraya getirmeği düşünüyorum. Herşey Allahın, zamanın ve
şiirin elinde...
Söyleşi: Oktay Hacımusalı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder